Muharebelerle boğuşan milletimizin salahiyet sahibi mahir(!) yöneticileri, yeni kurulan vatanımızın maarif sistemini şekillendirmiş, yeni bir eğitim hayatını nesillerimize ikram etmiş...

Muharebelerle boğuşan milletimizin salahiyet sahibi mahir(!) yöneticileri, yeni kurulan vatanımızın maarif sistemini şekillendirmiş, yeni bir eğitim hayatını nesillerimize ikram etmişti. Ailelerimiz sefalet içindeydi. Vatanımızın mütehayyiz(seçkin) fertleri ya şehit olmuş ya da sükûta mahkûm bir vaziyette idi. Mini mini bir çocuktum. İsmim İhsan'dı. Talebelik yıllarımı müşkül hayatın hengâmesiyle boğuşarak geçirmiş, bir üniversiteye adım atmıştım. Türkçe ilminde mütehassıs bir muallim olmak istiyordum. Çabuk çabuk geçti dört senem. Tamamen hâkim olmuştum sanmıştım kendimi Türkçeye. Hatıratıma mutabık kalarak geçirdiğim eğitim hayatımdansa bende derin tesirler bırakmıştı. Çok kıymetli mütehassıs hocalarımız; mühim fikirler, intibalar -afedersiniz izlenimler- aşılıyorlardı dimağlarımıza. Evet, her şeyi izleyecektik... Evvela kelimeler sözcük, mefhumlar kavram, terkipler sentez, eserler anlatı ve edebiyat yazınsal olmalıydı. "Sala bindirip sele" boğmalıydık sözcüklerimizi. Muhtevalar temlerle değişmeli, nispet ekleri imhâ etmeli ve hayallerimizi imgelerle yoğurmalıydı. Hikmetler didakdik bir saatti. Şekli ciheti muntazam eserler yapısalcı yapıtlara köle olmalıydı. Hocalarımızın söylev ve söylemleriyle nutkumuz tutuluyordu. Zira gurur, haysiyet, izzet ve şeref onurumuza dokunuyordu. Sahi "sanat" kelimesi neden hâlâ tasarım(!)laşmamıştı? Derhâl yok etmeliydik o pis istilacıları(!) Kuram varken nazariyenin ne hükmü -hay Allah- ne yargısı vardı? Hüküm sözcüğü yüzünden hocam beni yargılamıştı. Hâkimlerin hükmünden korkumuz yoktu. Yargıçların yargısı ise tehlikeliydi. Korkulan durum varken tehlikenin dahi lafı edilemezdi... Hocalarımız çok haklıydı. Sınav ve ödev varken mülakat ve imtihan nasıl bir yobazlıktı. Mükafatımız ödüllerimizdi. Özgünsel ve kişisel olacaktık. Evet, evet behemehâl dişlerimizi söküp atmamız gerekiyordu. Ahenk, kafiye ve musiki köhneydi şiir için. Meğer ne kadar uyumlu, uyaklı ve melodili şiirlerimiz varmış. Şiirsellik olmadan bir aydın, bir dilbilimci, bir edebiyatçı pardon yazınsal anlatıcı olamazdık. Hocalarımız çok haklıydı. Münevverler nasıl aydınlatabilirdi bizi? Üslup ekol olmazsa biz asla ilerleyemez, asla kıymetle edebi eserler, afedersiniz, yazınsal anlatı ürünleri vücuda getiremezdik. Biz mal satıyorduk neticede, ürünlerimiz mühimdi. Vakit kaybetmeksizin, yok süresizin(!), menşei Türkçe olmayan kelimeleri katledip, unutuyorum işte, gebertip kökeni Latince, Fransızca, İngilizce ve Moğolca kelimeler ve eklerle Türkçemizi zenginleştirmeliydik. Şartlar el verdiğinde burjuvalaştıracaktık zenginliğimizi. Ne gerek vardı ahmaklığa, akılsızlığa, aptallığa. Anlayışsızlığımız yeterliydi. İktifada sözcüğünü yok ederek adım adım zafere koşuyorduk. Yeter!!! Halbuki kadar ahmakmışız. Artık kemâle erişmenin ne kadar korkunç olduğu, imgelemimizdeki anlatısal seçkinliklere gebeydi. Hayali taşlamıştık. Olgun, seçkin ve üstün bir birey olmuştuk. Hüner, meziyet ve fazilet sahibi fertler, bireylerimizin zihinlerini işgal edemezdi artık. Olanaklarımız çoktu. Aksülamel devrimizi reaksiyon dönmesine saptamıştık. Bazı sözcükleri hocamız ve biz de anlayamasak da istediğimiz ekleri ve kökleri Türkçeleştiriyorduk. "gan" larla genlerimizi yok edip riyaziyeyi matematik, ruhiyyatı psikoloji yapan da bizdik. Daha katedecek çok yolumuz vardı. Acilen harfleri "sözcükcük" yapmalıydık. Zira kurumlar buna müsaade ediyor, bize muzaffer bir istilacı edasıyla "komutlar" vererek gayrerte getiriyor - bakmayın gayret dediğime, deyim(!)lere hâlâ izin veriliyor-, istediğimiz kadar türetebilirdik. Kadem kadem adımlarımızın cereyanıyla akımımız her yeri kuşatıyordu. Yegâne, biricik öğretmenimiz bize yol gösterdi. Bol bol türettik. Hocam çok kıymetliydi. Sonunda adımı değiştirdi ve bana Bağış(!)ladı. İşte esaretten kurtulmuştuk. Tutsak edemezlerdi artık bizi. Muzaffer olduğumuz savaşlar neticesinde, topraklarımızla beraber öz Türkçemize de sahip çıkmıştık. Yazgısaldı kaderimiz, tutkusaldı iştiyakımız ve muntazamdı düzenselimiz. "İnsan"ı ve "ruhu" da yok ettiğimiz de muzaffer olacaktı kazanımsallığımız!