Bir hayali arıyordum çocukken. Beş minareli bir cami, her minarede kat kat balkon; geniş, ferah, huzur kokan tertemiz merdivenler, berrak bir sedayla uğuldayan cıvıl cıvıl ezan sesleri… Belk...

  Bir hayali arıyordum çocukken. Beş minareli bir cami, her minarede kat kat balkon; geniş, ferah, huzur kokan tertemiz merdivenler, berrak bir sedayla uğuldayan cıvıl cıvıl ezan sesleri… Belki de samimiyetti aradığım, ufacık kalbimin kokusunu her an aldığı ve asla kaçırmadığı içtenlik… Neticeyse hayal kırıklığıydı. Yemyeşil, köşeli, sütunsuz ve kubbesiz bir imarî çıktı karşıma. Tarih ‘Sinanî’ mimarîyle düşman ordusuna saldırırcasına harp etmişti sanki. Daha çift haneye varmayan yaşım ‘sanayi’ ve ‘endüstri’ kelimelerine bir yerden aşinaydı; okuyabilmemin ve hatıralarımın zihnimde helezon hâlinde salınabilmesinin membaı gazete yapraklarının tarifsiz kokusundan. Sonra Evliya Çelebi’nin maceraları. Ayasofya Camii’nin gizli dehlizleri ve bitmez tükenmez arayış. Tek hayalim vardı nedense, basit ve yapayalnız bir hayal. Evliya’nın aradığı engin mahzenleri, kapılarına mühür vurulan minarelerin tepesinden ulaşmanın hayali. Hep gözlüyordum sahipsiz minarelerin kilitsiz anını. Ve bir gün şafak saatlerinde rastladım, ümidimin karanlık fakat bir o kadar da ışıltılı aralığına. Kimsecikler yoktu, soğuk bir boşluk, ürpertici bir esinti ve göz kapaklarını deşen toz yığınları. Ne bir fener, ne bir dost, ne de filmlerin kamaştırdığı mum ve meşalenin çevresini kuşatan umut. Tırmanmak istedim usulca. Önümü kesense örümcek ağları, ölü bir karga ve kokuşmuş yumurta. O zaman fark edememiştim, aşılmaz duvarların sebebinin kesif bir karga kokusu değil de, dilenci gibi el uzatıp da ulaşamadığımız ve habersizce üzerinde tepindiğimiz mazimiz olduğunu… Oysa Ecnebileri bile mest eden müezzinlerin latif salalarına kavuşmaktı belki gayem, hedefim. Bir medeniyetin -kaybolmaya yüz tutan kalıntıların- kimsesiz ve bekleyensiz mahremine dokunmaktı iştiyakım… Belki de bir cızırtı ve gıcırtıya terk ettiğimiz minareler değildi sadece; çocukluğum, hayallerim; aynı hayalin peşinde sürüklenen ve kırgınlıkla savrulan yığınların çocukluğuydu nisyana bırakılan. Çocukluğum, ‘Mabetsiz Şehir‘in ‘Ezansız Semtler‘inde, ‘Müslüman Saati‘ni. ‘Müezzinsiz Minareler‘de aradı ümitsizce…