Sene 1979  Zonguldak’ a ilk geldiğim yıldır, Bursa’da bir fırında amelelik yapıyordum. Öylesine ablamı ziyarete gelmişti...

 

Sene 1979  Zonguldak’ a ilk geldiğim yıldır, Bursa’da bir fırında amelelik yapıyordum. Öylesine ablamı ziyarete gelmiştim. Geliş o geliş. 

 Edindiğim ilk izlenim beni şok etmişti; Toplu taşıma aracına bindiğimde ilk dikkatimi çeken; Kaşlarına ve gözlerine sürmeler çekmiş kadın kılıklı , zayıf ve esmer erkeklerdi, bir anlam veremediğim gibi kimseye de bir şey soramıyordum, herkesin özel hayatı kendine, ama bu kadar sürmeli erkekleri geldiğim kentte bir arada hiç görmemiştim, ayrıca Zonguldak’ta böyle bir manzara hiç beklemiyordum, aklımdan geçen soruları kendime sakladım, zaten çok kısa bir süre kaldıktan sonra kentten ayrıldım. Rastlantı mıdır, kader midir bilinmez yaklaşık bir yıl sonra 12 eylül darbesi oldu, ortalık sakinleşti ve ben de bir yüksek okula girecek ve huzur içinde okuyabilecek bir puan almıştım. Ver elini Zonguldak…Rahmetli babam da gelmişti, elimden tuttu, doğru Yılmaz Bir hocaya götürdü ve teslim etti. Benim için madencilik burada başlamıştı artık. Bir yıl boyunca madenleri, madencileri, yaşam tarzlarını kısacası bu kentin her şeyini öğrenmiştim, kaşları, gözleri sürmeli esmer ve zayıf madencileri görünce daha önceki önyargılarım nedeniyle utanıyordum ama kimseye belli de etmiyordum. Bir yıllık eğitimden sonra rahmetli Rüştü Alabaş hoca;

Çocuklar sizinle bir ocak turnesi yapalım, ileride hepiniz umarım iyi bir madenci olursunuz. Hepimiz çok sevinmiştik, heyecandan yerimizde duramıyorduk. TTK Kozlu Ocağına gittik, kızlar ayrı yerde, bizler ayrı yerde iş elbiselerini giyindik, ocağa girdik ancak ocağın gizemli karanlığından olsa gerek, kızlar bizden hep uzak durmaya çalışıyorlar, bu durum bizim hiç hoşumuza gitmiyordu, hatta bir ara Rüştü Hoca fark etmiş  olacak ki kızlara: “Korkmayın ben varım” diyerek espri bile yaptı. Rüştü Hoca Makineci olduğu için bizi  konveyörle üretim yapılan Çay ayağa çıkardı, sırasıyla orada bulunan ekipmanları bize tanıtıyordu, bir taraftan da işçiler işlerini yapıyordu, gündüz vardiyası olduğundan genelde tahkimat ağırlıklı olarak çalışılıyordu,  ne oldu, nasıl oldu bilmiyoruz birden bir patlama oldu, ortalık toz duman oldu, bizden uzak duran kızların halini görmeliydiniz, bize öyle sarılmışlardı ki Rüştü Hoca zor ayırdı, bir de bizimle dalga geçerek; “Ya siz böyle nasıl madenci olacaksınız, neden korktunuz, alt tarafı ayak arkası oturdu, dua edelim ki ayak arkası kolayca oturuyor”  Hocanın bu rahatlığı neyse de orada bulunan işçilerin alaylı gülmeleri, yüzümüzdeki korku izlerini silemediği gibi, bir de alay edilmiştik. Ocaktan çıkıp banyo yaptığımda ve aynaya baktığımda kaşlar kara, mavi gözlerim siyah sürme, aman Allah’ım. Hemen  aklıma bu kente ilk geldiğimde toplu taşımada beni şok eden kaşları gözleri sürmeli, esmer ve zayıf madenciler geldi. Akşam eve geldiğimde emekli maden başçavuşu Efrail amca biraz da alaylı bir şekilde: “Sen bu gün Çay ayaktan geçmişsin yeğenim, bilirim çok yağlı bir kömürdür kolaylıkla da çıkmaz”  

Uzun süre çıkmadı, tam otuz yıl.