(Bu kadar ilgi beklemiyordum, yaşadıklarımı kitaplaştırmaktan da soğumuştum, çünkü ülkemizde artık kağıttan okumak tarih oldu gibi bir şey, gelişmiş toplumlarda kitap hala çok önemli ama biz de değil...

(Bu kadar ilgi beklemiyordum, yaşadıklarımı kitaplaştırmaktan da soğumuştum, çünkü ülkemizde artık kağıttan okumak tarih oldu gibi bir şey, gelişmiş toplumlarda kitap hala çok önemli ama biz de değil diye düşünüyordum, sevgili arkadaşlarım beni şaşırttı, hepsine tek tek teşekkür ediyor ve ilk fırsatta anılarımı yayınlayacağım cesareti verdikleri için şükranlarımı sunuyorum.) İKİ 1982 senesinde iki yıllk MYO bitirip memleketim olan Ardahan-Posof ilçesine gittiğimde  beklemediğim bir tavır ile karşılaştım, iki bin nüfuslu bir kaza ve Zonguldak kökenli oldukça fazla emekli işçi var, benim Maden Yüksek okulunu bitirdiğimi duyanlar bana öyle bir misyon yüklediler ki, gençliğin de verdiği bir enerjiyle ben de kendimi belli bir havaya soktum. Özbaşı Köyü muhtarı rahmetli Niyazi dayım hemen beni yanına aldı ve emir edercesine :” şimdi yeğenim buradan dönüşte bizim oğlanı da orada işe alacaksın.” Ben itiraz edecek oldum o:” ulan orada çalışan şefler ve çavuşlar bile köylere gelip işçi toplayıp işe koydular, sen bunun yüksek mektebini okumuşsun bize itiraz ediyorsun, ben anlamam dönüşte bu çocuğu da işe koyacaksın.” Şaşırmak bir yana dayıma kendimin bile işsiz olduğunu ve benim böyle bir yetkim olmadığını öldü gitti bir türlü anlatamadım. Benim anlatmak istediğim bu değil, buna dokunup geçtim, benim maden yüksek mektebini okuduğumu duymayan kalmadı, Posof ilçesinde amcamın manifatura dükkanı var ve dediğim gibi herkes birbirini çok iyi tanıyor, Bir gün dükkanda otururken o zaman 50 li yaşlarda bir amcamız geldi benim koluma girdi ve dükkanın ardiye dediğimiz arka tarafına soktu:” yeğenim ben bir maden buldum ona bakar mısın? “ deyince biraz korktum çünkü o kadar da taşlar konusunda bilgi - donanım sahibi değilim ve ne ile karşılaşacağım bilemiyorum, ama amca ısrarla “buna bir bak” diye diretiyor, tamam dedim, amca gitti ertesi günü büyük bir gizlilik içinde getirdiği taşı amcamla kaş-göz hareketleriyle dükkanda bulunan müşterileri dışarı çıkarıp, içerden kilitleyip ardiye denen yere geçtik Yine büyük bir gizlilik ve özen içinde paket açıldı ve sabit telefon büyüklüğünde altın sarısı bir taş masaya kondu, o andaki ruh halimle : “bunu nerde buldun?” diye sordum, amca biraz da kızarak ama belli etmeyerek:” sen ne yapacaksın bunu nerden bulduğumu bu nedir?” deyince bende şaşırdım çünkü masada duran bir pirit yani demir sülfür ağırlıklı ve de argoda “enayi altını” denen sarı musluk malzemesi. Ben kendimden emin bir şekilde : “ Bu bir demir filizi” dedim, demez olsaydım, önce amcamdan bir güzel azar işittim, o amcanında bir sövmediği kaldı, hemen enayi altının aynı özenle sardı, sarmaladı, aldı götürdü, daha sonra duyduğum kadarıyla.” Herifin oğluna bak, çok uyanık biz hiç demir görmedik sanki, madem bu bir demirse neden nerede bulduğumu sordu? Diye yakınlarına hayıflanmış ama ondan sonra o amcayla bir daha karşılaşamadık ki onun bir demir olduğunu bir daha söyleyeyim.