Gezginin birisi köyleri gezerken mevsimin kış olması ve biraz da yorulması nedeniyle uğradığı bir köyde hayli yorgun ve üşümüş vaziyette bir köylüye rastlar, ısınabileceği...

Gezginin birisi köyleri gezerken mevsimin kış olması ve biraz da yorulması nedeniyle uğradığı bir köyde hayli yorgun ve üşümüş vaziyette bir köylüye rastlar, ısınabileceği bir yer olup olmadığını sorar, köylü gezgini alır, köy kahvesine götürür. Gezgin tezek sobasına yakın bir masaya oturur ve sıcak bir çay içip, biraz dinlendikten sonra yoluna devam edecektir.

Çay gelir ama kulağını tırmalayan bir kuş sesini çok merak etmesine rağmen bir türlü göremez, çayı getiren adama sormaya karar verir, çünkü duymuş olduğu bu ses çok tanıdıktır ama mevsim buna uygun değil. Çayı getiren adama: “Bir kuş sesi duyuyorum ama kendisini göremiyorum.”  Diye sorduğunda kahveci büyük bir keyifle anlatmaya başlar, çünkü bu güzelliği ilk defa yabancı birisinin fark etmesi çok hoşuna gitmiştir ve anlatmaya başlar: “Şimdi beyim biz buna incir kuşu deriz, şu perdenin gerisinde kafesindedir, neden açıkta değil diye sorarsanız iki gözü de kör olduğundan, açık veya kapalı bir ortam fark etmez” der.

Bunu duyan gezgin biraz da acıyarak ve kahvecinin ne kadar merhametli biri olduğunu düşünmeye başlayacaktır ki;  kahveci anlatmaya devam eder: “Biz bu kuşu incir mevsiminde ve ötme zamanında yakalarız, kızgın şişlerle gözlerini oyarız, kuş kör olduğundan kendini hep incir mevsiminde sanarak ötmeye devam ederek,  ortamda güzel bir durum yarattığından bütün müşterilerimizin de hoşuna gider, bunu gören diğer köylülerimiz incir mevsimini beklerler ve aynısını yaparlar.”

Bu konuşmayı duyan gezgin bir çaya bakar, bir kahveciye bakar, yabancı ve tek başına olduğunu da dikkate alarak, çayından bir yudum çekmeden kalkar ve kan-ter içinde ağlayarak yoluna devam eder.

Körü körüne yapılan siyaset, spor veya diğer yandaşlık halleri de böyledir, sorgulamadan, hesap sormadan, gözlerimizi kimin oyduğunu araştırmadan öter dururuz, demeyiz ki: “ bizim gözlerimizi kim, neden oydu?”

  Yazar: Mehmet Çelik