Afganistan’ın kara bahtı…  İslamiyet öncesinde Saka Türkleri ve Ak Hunlara ev sahipliği yapan Afganistan, İslamiyet sonrasında Büyük Selçuklulardan Gaznelilere, Timurlulardan...

Afganistan’ın kara bahtı…  İslamiyet öncesinde Saka Türkleri ve Ak Hunlara ev sahipliği yapan Afganistan, İslamiyet sonrasında Büyük Selçuklulardan Gaznelilere, Timurlulardan Babürlülere kadar uzanan Müslüman Türk yurdu hüviyetine sahipti. 18. asırdan itibaren başlayan iç kargaşalar devamında İngilizlerin ve Rusların işgaline zemin hazırlamıştı. O coğrafyada yaşanan İngiliz mezalim ve fitnesini yazmak kabili mümkün değildi. Son Babürlü hükümdarı Bahadır Şah (ö. 1862) İngiliz işgaline direnemeyip İngilizlere teslim olduğunda başına gelenlere bakmak Batı’nın hummalı portresini anlamak için yeterliydi.  Müstevlilerin derdi Müslümanların imanını gasp etmekti. İngilizler yirminci asırda kendi arzusu doğrultusunda fitne unsurlarıyla dolu bir rejim tesis ederek Afganistan’dan çekildi. Bunu daha iyi görebilmek için Emanullah Han ve Topal Molla’nın İngiliz’e nasıl hizmetkârlık yaptıklarını bilmeliydi. İkisi de kendi adamı olmasına rağmen İngilizler onları birbirine kırdırarak ülkeyi ‘’mahv u perişan’’ etmiş, figanlar hiç dinmemişti.  Sonra sıra Kızıl Rusya’ya gelmişti. Cüveyni’nin Tarih-i Cihangüşa’sında Moğollar için söylediği, ‘’Geldiler, talan ettiler, yaktılar, yıktılar, öldürdüler, köle ettiler ve gittiler.’’ sözleri sanki asırlar sonra tekrar tecelli etmişti. Fakat İman dolu göğüslerini düşmana siper eden Afganistanlı mücahitler asla köle olmamış, komünistlerin bir milyondan fazla katliamına rağmen canlarını verseler de imanlarını teslim etmemişlerdi.  Koskoca Türkistan coğrafyası sömürge devletlerinin ‘’Tampon Bölge’’si haline gelmişti. Günümüzde yaşanan hadisatın temeli de 1978’de başlayan komünist darbesi ve Afganistan’ın yerli komünist iktidarları ve 90 sonrası siyasi mücadeleler ve iç savaşlardı.  Son olarak sabık Amerika başkanı Bush’un ‘’Haçlı Seferleri’’ olarak nitelendirdiği 2001 darbesi, Afganistan’ı daha da perişan etmişti. Fakat Afganistan halkı, iki asır içersinde süper güçlerin tasallutu altında kalsa da, Türk’üyle, Peştun’uyla, Tacik’iyle ve diğer milletleriyle Afganistanlı mücahitler, içi dışı kan arzusuyla yoğrulmuş zorba devletlere karşı bir ve bütün olarak mücadele edememiş olsa da, yine de her defasında işgalcileri geri püskürtmeye muvaffak olabilmişlerdi.  Gazneli Mahmut’tan Timur Han’a, Hüseyin Baykara’dan Ali Şir Nevai’ye kadar Türk İslam şuuruyla parıldamış şimdilerde kimsesiz topraklar yine bir süper güç işgalinde kalmamak için derhâl bir ve beraber olmalıydı. Yoksa imparatorluklar mezarlığı olan Afganistan coğrafyası medeniyet kalıntılarından ibaret kalacaktı.  Artık Batı’nın ektiği kavmiyet tohumundan ırak birlik ruhu elde edilemezse, bu sefer de Çin’in istilacı sinsi politikasına engel olunamayacak, Batı’nın facia torbasında boğulan Afganistan’ın, Güney Türkistan’ın, Müslümanlık ve Türklükle kemikleşen o garipler diyarının akıbeti yeni felaketlere rüzgârla sarsılan fidanlar gibi savrulacaktı.    Büyük oyunu bozabilmek!  90’lı yıllarda Afganistan’da siyasi guruplar birbirlerini yerken halk açlıktan, yoksulluktan ve yolsuzluklardan bizar olmuştu. Taliban’a belki bu karışıklıklardan dolayı Afganistan halkı önce samimiyetle sığınmış ve Taliban 1996’da Kabil’e girdiğinde, halk ‘’Oh be!’’ diyebilmişti.  Fakat o dönemde Taliban’ın keyfi tatbikatları halkı Taliban’dan soğutmuş ve uzaklaştırmıştı. Fakat yirmi senedir Amerika’nın işgalci devlet olarak yaptığı mezalim, halkı tekrar Taliban’la yakınlaşmaya mecbur etmişti. Taliban da belki eski hatalarından vazgeçemez miydi?  Bugünlerde çıkan haberlerse Batı güdümlü medyaların Türkiye halkını yanlışa sürüklemek için tesis ettiği karanlık nizamın herzeleriydi. Taliban tarafından 2001 senesinde 11 gün esir alınan İngiliz gazeteci Yvonne Ridley, Batı medyasının Afganistan ve Taliban’a dair Batı’nın cehaletiyle dünyayı aldattığını ifade etmesi, esasen Batı’nın Müslümanların ve Türklerin zihninde nasıl bir Taliban resmi çizmeye çalıştığını da gözler önüne sermiyor muydu? Kâbil havaalanındaki facianın müsebbibi sanki Batı ve ABD değilmiş gibi tezviratta bulunanlar acaba kimin kuklasıydı? İngiliz gazeteci Ridley beyanatının devamında Batı’nın vahşetini tekrar gözler önüne, ‘’Batılı izleyiciler önce hepsinin çıkmasını istiyor, sonra ise ‘bunlar koyu tenli insanlar, sakalları var, onları ülkemizde istiyor muyuz?’ diye düşünüyorlar. İşin içinde bir sürü bağnazlık, ön yargı ve ırkçılık var.’’ diyerek sererken sömürge aydınlarının tavrı neden Batı’dan taraf oluyordu?  Taliban’ın ABD ile anlaşıp anlaşmaması bizdeki mankurtları neden rahatsız ediyordu? Taliban kiminle anlaşacaktı, Suriye’yle mi, Irak’la mı, Pakistan’la mı? Afganistan’ı işgal eden devlet kimse Taliban da ülkesini belki birtakım tavizler vermek zorunda kalsa da işgalden kurtarmak için anlaşma yoluna gidecekti. Elbetteki devletler siyaset veya şartlar gereği farklı devletlerle anlaşacaklardı. Fakat burada önemli olan anlaşmanın ne olduğu ve anlaşmada maddelerde nelerden bahsedildiğiydi.  ABD devlet olarak tanımadığı Taliban’la Şubat 2020’de yaptığı anlaşmada Afganistan’ın toprak bütünlüğü ve Taliban’ın terör faaliyetlerinden uzak durması konusunda anlaşmıştı. ‘’Ha Taliban ha Amerika…’’ diyenler acaba Amerika’ya karşı Taliban’ın toprak bütünlüğünü sağlama çabasından mı yoksa ABD ve Batı’nın onların medyalarına göre katlettiği 172 binden fazla insanın –ki 50 bin civarının sivil olduğu söyleniyor-  Amerika halkı tarafından devletlerine olan itimadı sarsmasından mı rahatsızdı?  2001’de devrin bakanları Taliban’ı hedef almış ve onları ABD ile beraber terörist ilan etmişti. 17 Eylül’de Bush, ‘’Terörizme karşı bu Haçlı Seferi, bu savaş zaman alacaktır. Amerikalılar sabırlı olmalıdır’’ derken, 10 Ekim’de Amerika’nın başlattığı Haçlı seferlerine iştirak edilirken Türkiye’de neden kimsenin gıkı dahi çıkmamıştı?  Taliban sözcülerinden Zahibullah Mücahid, ‘’Türk halkı bizim dostumuzdur. Türkiye’nin Afganistan’a desteğinin sürmesini istiyoruz. Havalimanı’nın güvenliği konusunda kendilerine teminat veriyoruz.’’ derken, onları belki Bilge Kağan’ın 1300 sene öncesinden Türkleri ikaz ettiği Çin’e karşı teyakkuza yöneltmek ve Türk İslam âlemin etrafında dönen büyük oyunu bozabilmek Kızılelma mefkûresinin bir parçası değil miydi?   Yazan: Cüneyt Akçatepe