"Yeni Dünya", "özgürlük" sloganları ve "barış" katliamlarıyla akılları uyutuyor ve mazlumları susturuyor.  Ne olursa olsun; sloganlar cahiller...

   "Yeni Dünya", "özgürlük" sloganları ve "barış" katliamlarıyla akılları uyutuyor ve mazlumları susturuyor.  Ne olursa olsun; sloganlar cahillerin, katliamlarsa canilerin ideolojisi olarak kalıyor.  Sanatı ve sinemayı sanayileştirerek kanlı ihtilallerini perdenin ardında gizlemek için kullanan; olmayan bir medeniyeti sinemanın ışıltılı ve renkli animasyonlarına teslim ederek sahte destanlar kurgulayan ‘’beyaz’’ vampirler, bulutları ağlatan kahredici bombalarla Orta Doğu'yu kızıla boyuyor; Fırat ve Dicle bir zamanların Volga'sı gibi kızıla çalıyor. Tek hayali ve gayesi birazcık tebessüm olan sekiz yaşındaki karanlık suların boğduğu sefil bir kız, pek nasılsa, terörist ilan edilip Dicle'nin kızıl uykusuna sürüklenebiliyor.    Bu can alıcı müphemiyet sarsıntısında, nasıl oluyorsa, isyan tetikçileri ‘’filozof’’, ölüm saçan vandallar ‘’lider’’ olabiliyor… Afganistan’da kan gövdeyi götürürken yıllarca işgalci devletlerle mücadele edenler bir anda mürteci, parayla insan öldürme hakkına sahip olanlar medeni olabiliyor.  Elinde sopası, bedbaht yüreği, duygusuz ve ufuksuz bedeni ve küstah bencilliğiyle kurulduğu kısacık tarihten buyana yüz otuzdan fazla devlete savaş açan ve medeniyetleri silahla gasp eden "Atlantik'in Bozuk Düzeni", aba altından sopa göstermeye devam ediyor ve umut tüccarlığından usanmıyor.    Meksika Körfezi'nde devasa ummanı metelik ve kaymak kavgası uğruna yakan ve üstüne hâkim ciddiyetiyle -ateşle delinen denize- su püskürtenlerin elinde kimsesizler çarşısının sahipsiz vitrinlerine terk edilen insanlık, cellatların pervasız dudaklarında çiğnenmeye devam ediyor. Ve mütemadiyen kızıla dönen ufuk, bilinen faili devamlı arıyor, ama bir türlü bulamıyor. Failse cürümlerini işleyecek meşruiyet zeminini pek nasılsa tesis edebiliyor. Esaret pençesinde, ufalıyor yeryüzü; Ufuk kızıla döndü, faili arıyorum!  Cadı kazanında yalnız denizler değil, karanlıklar yurdu Orta Doğu, kimliği gasp edilen Asya, "asıl yamyamlar"ın renkleriyle damgaladığı Afrika ve acılara omuz silken, değdiği yeri çürüten ve devamlı çürüyen Batı'nın dokuduğu ıstırap gömleğinde kaybolan insanlık kaynıyor.  Afganistan’da bir vakittir yaşanan beynelmilel hadiseler de gösteriyor ki, Batı’nın içki şişelerini koltuklara yerleştirdiği uçakların kanadında anca yer bulan ve sonrasında süratle alevlenen ve rüzgârı peşinden sürükleyen tayyarenin kanatlarından aşağı yokluğa doğru el açan talihsizlerin görüntüleri, ‘’Batı’nın düşüşü’’nü de gözler önüne seriyor.  Batı çizdiği bu Rönesans tablosunu uzaktan seyretmemize şaşmıyor, katı ve vazgeçilmez malumat hazinemizle kocamışlar gibi ahkâm kesmemize bayılıyor ve kardeşlerimizi hor görmemize karşı yerli ‘’Henry’’leriyle beraber düşerken bile bin senedir hayalini kurduğu rüyayı yaşayabiliyor.  Zehrin merkezinden medet dilenen belki yaralı, yılgın ve yorgun gönlümüz; belki Batı’nın ‘’Müslümanlıkla yoğrulan’’ topraklara ayrık otu gibi ektiği ırk kavgası; belki de hamasi destanların berraklığından ürken narkozlu ruhumuz sırtımızın doğrulmasına izin vermiyor. Kararan gönlümüze değil nasihat, tekerrürlerle dolmuş insanlığın en acı romanı olan tarih bile fayda etmiyor.   Yazan: Cüneyt Akçatepe